Gazoz Ağacı Kitap Özeti
Gazoz Ağacı Kitap Özeti

Hikayemizin başlangıcında, mahalle ve mahalle yaşantısının kısa bir manzarası verilmektedir. Hikayemizde mahallemiz denize yakın bir yerdedir. Mahallenin bakkalı, türlü türlü renkleriyle çocukları kendisine çekmektedir. Eski, tahta evlerin meydana getirdiği dar sokaklarda çocuklar gündüzleri birdirbir, geceleri saklambaç oynamaktadır. Arada sırada bu saklambaca gençler de katılmaktadır.Bakkalın yanı başında da Hacı Emin’in kahvesi bulunmaktadır. Yaz ve kış mevsimlerinde çok kalabalık olan bu kahvede, işsiz gençler maça kızı, pişpirik, kaptıkaçtı oynamaktadır. Kahvehane, bilhassa akşamlan kalabalıklaşır, gündüzleri yalnızca birkaç genç bulunur. Bu mahalledeki kadınlar da akşam beşe doğru yanlarında yiyeceklerle sahile inerler. Kadınlar hep birlikte deniz kıyısında eğlenirler.Bu öykü bir gencin bir kıza ilgi duyması ya da birilerinin evlenmesi hadisesidir. Dedikodu, bütün mahalleye derhal yayılıverir. Saim de kahvenin karşısındaki pembe evin kızına âşık olmuştur. Haber, derhal mahallede yayılmıştır. Saim, bundan sonra kızı görebilmek amacıyla günün her zamanı kahvededir. Saim, kızı seyretmekten diğer bir şeyle ilgilenemez bulunduğu amacıyla sıksık oyunlarda yenilmektedir. Her yenildiğinde karşısındaki gazoz aldığı amacıyla en sonucunda adı “Gazoz Ağacı’na çıkmıştır. Saim’in içi aşkla dolu olmasından bu lakabı umursamamaktadır.Bir gün yolda kızla karşılaşır. Heyecanlanır, dili tutulur. Ona yalnızca: “Nereye?” diye sorabilmiştir. Kız da yıllardan beri onu tanıyormuş gibi “Eve…” diye yanıt vermiştir. Saim aylardan beri içi yanmaktadır. Heyecanlansa da kıza hislerini anlatmalıdır. Kıza, onu sevdiğini söyleyiverir. Kıza, onunla evlenmek istediğini anlatır.
Saim, bu olaydan sonra çok değişmiştir. O hovarda genç, un fabrikasında çalışmaya başlamıştır. Tek istediği şey, kızla birlikte mahalleden kaçmak, ufak bir odacık tutup yaşamaktır. Düzenli bir hayatı istemektedir. Sabahları işe gittiği, eşinin ona yemek hazırladığı günleri hayal etmektedir.
Bir gün, Saim bu düşüncelerini gerçekleştirir. Kızı da yanına alarak şehrin bir diğer ucunda bir apartmanın çatısında bir odalık bir eve taşınır. Artık, sabahlan erken kalkmakta, işine gitmektedir. Eşi Melahat’la derli toplu bir yaşama başlamıştır. Akşamları, işin yorgunluğunu karısının onu evde beklediğini düşününce atmaktadır. Eviyle alakalı her şey onu çok mutlu etmektedir. Karısı, o eve gelir gelmez ona sıcacık yemekler hazırlamaktadır. Karısına gününün nasıl geçtiğini sormaktadır her akşam. Karısı Melahat hiçbir yeri bilmediği amacıyla bütün gün kocasını evde beklemekten diğer bir sey yanmamaktadır.Yine bu tür bir gün, akşam Melahat evde kocasını beklemektedir. Saim, eşinin ona hazırladığı sıcak yemekleri yer. Melahat, Saim’in sigara içmesini bekler. Sonra Saim, Mela-hat’ın canının sıkıldığını düşünerek onu gezmeye götürür. Sa-im’le Melahat ışıklı, aydınlık, kalabalık bir caddeye çıkarlar. Bir mağazada mankenin üstünde gördüğü elbiseye dalar, gider. Melahat, mahalleden ayrılırken bu tür kıyafetleri olacağını hayal ermiştir. Oysa kocası, onun vitrindeki kıyafete bakmasına bile tahammül edememektedir. Kocasının hastalık amacıyla sakladığı 30 lira ile ona elbise almasını İster. Saim, sinirlenir. Beraber sinemaya giderler. Melahat, çok mutsuz-laşmıştır. Sinemada sessiz sessiz ağlar. Evlerine gidene kadar tek sözcük konuşmazlar. Saim de o mahallede amacıylai titreten kızın yanısıra, eşi olarak bulunduğunu düşünür. Ona olan aşkının zayıfladığını hisseder. Artık hiç heyacan duymamaktadır. Aynı sebeplerden ötürü edilen kavgalarla süren, Melahat’in canı sıkılarak Saim’i beklediği günler geçer. Melahat çok sıkılmaktadır. Küçücük evin işi sabah erkenden biter. Ondan sonra yapacak hiçbir şey bulamaz. Mahallede hiç kimseyi tanımamaktadır. Saim de yalnız dışarıya çıkmasına izin vermemektedir.
Bir gün, Melahat.değişik bir şey yaşar. Dış kapıyı açtığında karşısında bir genç görür. Genç, alt kattaki terzinin çırağıdır, sigara içmek amacıyla onların kapısını önüne gelmiştir. Genç, ondan sigara içtiğini ustasına söylememesini rica eder. Sa-im’e bu vakası söylemez. Çırak her gün kapıya gelmekte, sohbet etmektedir. Böylece Melahat da sıkılmaktan kurtulmaktadır. Melahat, çocukla bir konuşmasında kocasının bulunduğunu söyler. Çocuk çok üzülür. Melahat da çocuğun üzülmemesi amacıyla “O yalnızca geceleri gelir.” der. O anda, Melahat memleketini bu genç amacıyla değil de Saim amacıyla terk ettiğine üzülür. Bu genç, onu daha mutlu edecektir. Ona kocasının almadığı elbiseleri alacaktır. Saim, ona hayallerindeki hiçbir şeyi vermemistir. Günler geçtikçe, çırak bundan sonra Melahat’in evine gelmeye, onunla sohbet etmeye başlar. Çocuk ona ‘abla’ diye hitap etmekte; ancak onu sevdiğini söylemektedir. Çocuk, ona bir oran parasının bulunduğunu, onunla kaçabileceğini söyler. Melahat buna güler. Kocası da aynı şeyi ifade ederek onu buraya getirmiştir. Aynı şeyleri yaşayacak olduktan sonra bu çocukla kaçması anlamsızdır. Ancak bundan sonra Saim’i hiç sevmediğini anlamıştır. Kocasına bir mektup bile bırakmadan onu terk etmek düşüncesi, onu mutlu etmektedir. Çocukla bu kaçışı, günlerce konuşurlar ancak kesinleştirmezler. Saim’le ömürleri da aynı şekilde sürüp gitmektedir.
Saim, karısındaki farkılıkları az da olsa fark etmektedir. Bir gün yolda mahalleden arkadaşı Osman’la karşılaşır. Osman, ona kahvede yeni bir oyun oynadıklarından bahseder. Bir sene geçmesine karşın Saim mahalleyi, kahveyi, oradaki yaşamını çok özlemiştir. Bir kız amacıyla o hayatı terk ettiğine inanamaz. Osman’ın mahalleye davetini kabul eder, onunla gider.
Akşam yemeklerini her günkü gibi sıcaklık yayarak ısıtan Melahat, Saim’i merak eder. Gece yarısı olmuştur, Saim hâlâ gelmemiştir. Evlendiklerinden beri ilk defa eve geç gelecektir. Yarı umursamaz, yarı merak hâlinde uyuyakalır. Sabah bulunduğunda, kocasının hâlâ gelmediğini görür. Akşam Saim aynı zamanki gelir. Melahat’a hiçbir açıklama yapma gereksinimi duymaz. Melahat ona kızarak gece namacıyla gelmediğini sorar. Saim eski mahalle kahvesine gittiğini, geceyi de evinde geçirdiğini söyler. Melahat, çok üzülür. Anlar ki Saim bundan sonra ondan sıkılmıştır. Aynı şekilde yemeklerini yer ve uyurlar. Saim, vakitle bu kaçamaklarını artırır. Haftada birkaç gün üst üste eve gelmemeye başlar. Yine bu tür eve gelmediği bir günün sonucunda, eve gelir. Kapıyı Melahat açmaz. Eşyalarını da alarak gitmiştir. Saim yalnızca “Niye gitti acaba?” diye sorar kendi kendisine. Gece yanısıra bir boşluk hisseder, o kadar. Aradan üç dört gün atlattıktan sonra Melahat gelmeyince evi boşaltır, eski mahallesine döner.
Ertesi baharın son günlerinde, Saim ve arkadaşları Sirke-ci’de yerler, içerler, eğlenirler. Saat 10′a doğru Beyoğlu’na çıkarlar. İşıklar yanan bir kokteyl salonuna girerken arkadaşı, Saim’e: “Bak seninki.” der. Melahat yanısıra bir adamla yanlarından geçer. Saim: “Ne yapalım yahu, benimkiyse benimki.” diyerek umursamaz. Melahat ise onları görmemiştir bile. Yanlarından güzel bir koku bırakarak geçip gitmiştir.
Hikayemizin Kahramanları
Saim: Hikâyemizin başkahramanıdır. İstanbul’un kuytu mahallerinde yaşayan, alemci bir gençtir. Annesinin emekli maaşına el koyan işsiz güçsüz kahvehane köşelerinde oyun oynamaktan başka bir şeyle ilgilenmeyen bir kişidir.
Melahat: Saim’in âşık olduğu genç kızdır. Saim ile aynı mahallede, sıradan bir hayat sürmektedir. Basit, sade, evinde kocasını beklemekten başka hiçbir işle meşgul olmayan bir kadındır.
Terzinin Çırağı: 17 yaşlarında, Melahat’a âşık olan bir gençtir.
Sabahattin Kudret Aksal Kimdir ?
25 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da Manastır’dan İstanbul’a göç eden bir ailede Beşiktaş semtindeki Akaretler Caddesi’nde üç katlı bir evde doğmuştur. Babası Milli Savunma Bakanlığında çalışmış olan Saadettin Bey, annesinin adı ise Asiye’dir. Babası 1920 senesinde ince hastalığa yakalanıp ölünce teyzesi Sabriye Hanım daha uç aylık bir bebek iken, yetim kalan Sabahattin Kudret’i ve annesini de yanına almıştır. Beşiktaş Şark İdadisi’nde başladığı ilköğrenimini eski adı “Şark İdadisi” olan ve sonra “38. İlkokul” diye değiştirilen 38. İlkokulda 1931 senesinde bitirdi.
Sabahattin Kudret Aksal, 1937 senesinde Özel Işık Lisesi’nden mezun oldu. Bu okulda edebiyat hocası olarak da Ahmet Hamdi Tanpınar idi. 1943 senesinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi.
Sabahattin Kudret Aksal, 1943-1948 seneları arasında İstanbul’da İstiklal, Işık ve Boğaziçi liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı.
19 Eylül 1949 tarihinde Çalışma Bakanlığı, İstanbul Bölge Çalışma Müdürlüğü’nde çalışma müfettiş yardımcılığına “aday” memur olarak başlamış; 6 Ekim 1950’den 24 Eylül 1951’e kadar aynı yerde “iş müfettişliği” vazifesini sürdürmüş; buradan İstanbul Belediyesi Müfettiş Muavinliği’ne terfi ile belirleme edilmiştir.
1962 senesinde İstanbul Belediyesi Teftiş Heyeti Müdürlüğü Müfettişliği’ne atanmış; 1965’te İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde toplam üç ay psikoloji-estetik öğretmenliği yapmıştır. 6 Ekim 1965 tarihinde Belediye Müfettişliği’ne geri dönmuş; 1966’da İstanbul Belediyesi Teftiş Heyeti Müdürlüğü Müfettişliği’ne ikinci kez atanmış; aynı tarih itibariyle İstanbul Belediyesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü Psikoloji-Estetik öğretmenliğine başlamış; emekliliğine kadar bu görevde Kalmıştır. Üsküdar Üçüncü Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak başladığı Memuriyetini, tekrar öğretmen olarak aşağı yukarı 36 sene sonra tamamlamış ve 6 Mayıs 1977’de Kendi talebi ile emekliye ayrılmıştır.
İlk şiiri 1938 senesinde Varlık dergisinde, ilk hikayesi 1940 senesinde Küllük dergisinde çıktı. İlk oyunu Evin Üstündeki Bulut 1948’de oynandı. 1940’lardaki yeni edebiyat hareketi içersinde yer aldı. Günlük yaşamın, ufak ayrıntıların avareliklerin şairi oldu.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın etkisiyle hece vezni ve uyak kullandığı ilk devre şiirlerinden sonra Garip akımı ve Orhan Veli Kanık’a yakınlaştı. 1976 ardından ise yalınlığı elden bırakmadan dilde derinlik arayışına başladı. Uyak tekrar şiirinin köşe taşı oldu. Bu devrede Garip’ten de uzaklaşıp İkinci Yeni havasına girdi. Kendisine özgü bir şekilde insan-doğa temasına felsefe düzleminde yaklaştı.
Şiirlerinde şehir insanlarının gündelik ilişkilerini, saçmalıklarını, çatışmaya varan tartışmalarını ele aldı. Öykü ve oyunlarında ise psikolojik unsurları ve şekil arayışlarını öne çıkardı. Çeviriler ve sanat üstüne yazılar yayınladı.
Sabahattin Kudret Aksal, şairliği ve oyun yazarlığı yanında, modern hikayecülüğümüzün de hikaye yazarıdır. Yazık ki az yazmış. Ama her yazdığında belli bir dil ve üslup niteliğini titizlikle korumayı bilmiş, alçakgönüllük ustası. Ustalığını, hikayelerini topladığı iki kitabının mühim ödüller almasıyla da belgelenmiş durumda; “Gazoz Ağacı” 1955 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, “Yaralı Hayvan” ise 1957 Türk Dil Kurumu sanat armağanı’nı kazanmıştır.
Sabahattin Kudret Aksal, kendisi gibi subay çocuğu olan ve lise senelarından beri tanıdığı Munire Butun ile 16 Aralık 1943 tarihinde evlendi.
Sabahattin Kudret Aksal, 19 Nisan 1993 tarihinde 73 yaşında İstanbul’da öldü. Mezarı Üsküdar’da KaracaAhmet mezarlığındadır.